Eğitimde Montessori modası

Tarihin belli bir döneminde, sahip olduğumuz her şeyi elimizden alarak bizi gördüğümüz günden geri bırakan emperyalist güçler; bu ülkeye ve topluma, “hafıza kaybı” yaşattılar. Kendimize ve değerlerimize yabancılaşmış olmamızın alaca karanlığında; bizden aldıkları ya da çaldıkları şeyleri, allayıp pullayarak, yüksek bedellerle bize sattılar.

Eğitimde Montessori modası

Tarihin belli bir döneminde, sahip olduğumuz her şeyi elimizden alarak bizi gördüğümüz günden geri bırakan emperyalist güçler; bu ülkeye ve topluma, “hafıza kaybı” yaşattılar. Kendimize ve değerlerimize yabancılaşmış olmamızın alaca karanlığında; bizden aldıkları ya da çaldıkları şeyleri, allayıp pullayarak, yüksek bedellerle bize sattılar.

Osmanlı’nın son, Cumhuriyet’in ilk dönemlerinin ortak özelliği; kendi geçmişinden uzaklaşmak, hatta kopmak oldu. Devletler kurmuş, medeniyetler oluşturmuş, dünyada iyiliğin ve güzelliğin bayraktarlığını yapmış koskoca bir millet; dahili ve harici bedbahtlar yüzünden, Batı Treni’nin yük vagonu haline geldi.

Cebren ve hile ile yüzümüzü Batı’ya çevirdiler. Ne zaman uyanmaya, ayılmaya meyletsek; başımıza balyoz vurup ayar verdiler.

İsteyerek ya da istemeyerek, hayatın bütün alanlarında ve konularında; Batılı yahut Batıcı olduk. Bu anlayış ve işleyiş içinde; eğitimde de onlara öykünmek ve özenmek zorunda kaldık.

Yabancı misyon okulları; örnek ve öncü haline getirildi. Memleketin tüm okulları; olabildiğince onlara benzetildi.

Son yıllarda, herkese ve her şeye rağmen; darbelere direnen bir diriliş ruhu adım adım ilerliyor, basamak basamak yükseliyor. Kendimize gelmenin, yerli ve milli olmanın, kaybettiğimiz değerleri geri almanın, yeni değerler üretmenin yollarını bulmanın zorlu mücadelesi veriliyor.

İşte tam da bu süreçte; anlamakta zorlandığımız bir durum var. Müzmin Batıcılara ilave olarak; bizim mahalleden birileri de, yabancı markaların ve modellerin taşeronluğunu yapmaya kalkışıyorlar.

Bazı özel okullarımız, köpürte köpürte reklamını yaparak; “Montessori Modeli“ni ayırt edici özellik yahut tercih sebebi haline getirdi. Bununla da yetinmeyip, daha fazla okul Montessori Modası’na uysun diye; öğretmenlere, Montessori Sertifikası verme yoluna girdi.

Meşhur bir cemaatin maruf bir derneği, işi biraz daha ileri götürerek; “Montessori Tekniği İle Kur’an Öğretimi” konusunda çalıştay yaptı. Böylece, Montessori’nin marifetlerini din eğitimine de dahil ederek; Kutsal Kitabımızı öğrenme metot ve tekniklerine, yeni bir “değer” kattı!

Eh, artık bu gidişe biz de seyirci kalamayız. Hakikatin hakkını teslim etme, karanlık bölgelere ışık tutma sorumluluğundan geri duramayız.

MONTESSORİ KİMDİR, MODELİ NEDİR?

Maria Montessori, 31 Ağustos 1870’de İtalya’da doğdu. Kadınların hor görüldüğü, eğitim süreçlerinin dışında tutulduğu bir dönemde; okula gitmeyi ve tıp eğitimi almayı başararak, İtalya’nın ilk kadın doktoru oldu.

Roma Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde, öğretim üyesi olarak görev yaptı. Çok sayıda yoksul çocuğu, ücretsiz kontrol ve tedavi etti.

Bu süreç içinde; bütün çocukların, şaşırtıcı bir potansiyele sahip olduklarının farkına vardı. Kabiliyet ve kapasitelerinin ortaya çıkabilmesi için; yetişkinlerin doğru yönlendirme yapmalarının gereğini ve önemini anladı.

O sıralarda, iş arkadaşı Prof. Mantesano ile gizli ilişkisi vardı. Kendisi 26 yaşında iken, evlilik dışı hamile kaldı.

Bu durum; o günkü İtalyan toplumunda, çok büyük skandala sebep olurdu. Eğer evlenirse; müşkül duruma düşmekten kurtulurdu.

Fakat O, bütün baskılara rağmen; evlenip ev kadını olmak ve annelik yapmak istemedi. Çocuğunu gizlice doğurup, bir ailenin himayesine verdi.

Öte yandan; Prof. Mantesano ile birbirleriyle evlenemeyeceklerse başka kimseyle de evlenmeme konusunda sözleştiler. Fakat arkadaşı sözünü tutmayıp başka birisiyle evlendiği için; daha sonra ters düştüler.

Bu yüzden, üniversiteden ayrıldı. Yoksul bir mahallede, konut projesi yapan bir inşaat firmasının kurduğu Çocuk Evi’nde; yönetici olarak görev aldı.

Kurumun bütçesi kısıtlı, imkânları sınırlı olduğu için; temizlik ve yemek işlerinde, çocuklardan yararlanma yoluna gitti. Zamanla, iş içinde, yaparak ve yaşayarak daha kolay öğrendiklerini ve kendiliğinden disiplinize olduklarını fark etti.

Çocuk Evi’nde edindiği tecrübeyi, ilave uygulamalarla geliştirdi. 1909 Yılında, “The Montessori Method” adlı kitabını yayınlayarak; tespitlerini ve tekliflerini, bir “eğitim modeli”ne dönüştürdü.

Daha sonraları, kitabı değişik dillere tercüme edildi. Dünyanın çeşitli ülkelerinde, Montessori Okulları ve Dernekleri kurularak; muteber bir marka haline geldi.

İKAZIMIZ VE İTİRAZIMIZ NEYEDİR?

Mü’mini olduğumuz ilahi dinlerin ve peygamberlerin tamamı; ilim, iman, amel, tavır birliğine ve bütünlüğüne işaret etmiştir. Şeriat, yani hukuk; insanların ibadetlerine göre değil, muamelatlarına göre hüküm vermiştir.

Mensubu bulunduğumuz bu aziz milletin Müslüman olmadan önceki Hunlar, Göktürkler, Uygurlar döneminde de Müslüman olduktan sonraki Karahanlılar, Selçuklular, Osmanlılar döneminde de “uygulamalı eğitim”in yahut “yaparak-yaşayarak öğrenme”nin yüzlerce, binlerce örneği var. Hatta, üst düzey devlet adamı yetiştiren Enderun Mektebi’nde bile o kadar uygulamalı eğitim yapılıyor ki; dönemin yabancı misyon şefleri, 19. yüzyıla kadar, bu okulları “meslek lisesi” zannediyorlar.

Demek oluyor ki; Maria Montessori’nin bildikleri ve buldukları, ilk de tek de değildir. Bazı Batılı bilim adamlarının beyanlarına göre bile; onlar henüz giderlerken, bizim uzunca bir turu tamamlayıp geri döndüğümüz, açık ve net bir şekilde bellidir.

Hal böyle iken; ne diye kendi çınarımıza arkamızı dönüp, başkalarının bodur ağaçlarının gölgesinde yatıyoruz? Bizim, dünyaya ve insanlık âlemine ışık tutmuş muallimlerimizi, müderrislerimizi güncelleyip marka ve model haline getirmek varken; niçin hala Montessori ve benzerlerini bulunmaz Bursa kumaşı gibi alıp satıyoruz?

Bu tavır; yeni dönemin direniş ve diriliş ruhuna zarar veriyor. Samimiyetinden şüphe etmediğimiz kişilerin ve kurumların, müzmin muhaliflerin pazarına girip Müslüman mahallesinde salyangoz satmaları; bünye direncimizi kırıyor.

Meramımızı daha açık ifade etmek için; inşallah, bir sonraki yazımızda, kendi markalarımız ve modellerimiz üzerinde duracağız. Sayfaların ve satırların sınırları içinde; eğitim tarihimizden, kayda değer örnekleri ve öncüleri hatırlatmış olacağız.

Zekeriya Erdim